Şeriat Nedir?


ŞERİAT

Şeriat (Arapça: الشريعة), İslam hukuku anlamında İslam'da farz kabul edilen ibadetler, muameleler ve cezalarla ilgili, dinî hukuka ait tüm kavram ve kurallara verilen isimdir. Fıkıh ise şeriatta bu kanun ve kuralların teorik ve pratik uygulama çalışmaları ile ilgilenen, bir anlamda şeriatın ne olduğunu belirleyen çalışmalara verilen isimdir. Dini terminolojide şeriat ayet ve hadis gibi dinin kaynağı kabul edilen Allah ve Muhammed'e ait sözlere, fıkıh ise dini otoritelerin bu kaynaklara ait sözlere ve fiiller getirilen yorumlara ve bunun ekollerine işaret eder.
Şeriat, Arapça kökenli bir sözcük olup; "yol, mezhep, metod, âdet, insanı bir ırmağa, su içilecek bir kaynağa ulaştıran yol" anlamına gelir.
Şeriat sözcüğü şerea' (الشر ع) kökünden gelmektedir. Bu sözcük şeriat hükmü koymak manasında kullanılır. Şeriat koyana "şâri" denir. Bu sebeple İslami literatürde şâri olarak Allah’a"Şâri-i Hâkim" veya "Şâri-i Mübîn" denildiği de olur.
Terim olarak; Kur'an âyetleri, Muhammed'in söz ve fiilleri olarak anlaşılan (sünnet/hadis) ve İslâm bilginlerinin görüş ve yorumlarıyla oluşturulan dini kanunlar toplamıdır. Bazen din anlamında da kullanılan şeriat, "dinin insan eylemlerine ilişkin hükümlerinin bütünü", "dünya ile ilgili hükümlerinin tamamı" ve "İslam hukuku" gibi anlamlara gelmektedir.
Şeriat kelimesi diğer kanunlar için de kullanılmıştır. ("Musa'nın şeriatı", "Zerdüşt şeriatı" vb.) Şeriat sözcüğünün çoğulu "şerâyi"dir. Şeriatı günlük kullanımda din anlamında ve ona eşdeğer kullananlar olduğu gibi, inanç, ibadet, ahlak eksenli bir yapı olarak kabul ettikleri dinden farklı olarak sadece muamelat ve ukubat ve feraiz gibi değişken ve dönemsel hükümler olarak ele alan ilahiyatçılar da bulunmaktadır.
Batıni İslam anlayışında şeriat kapısı seyr-i sülukun ilk ve en düşük mertebesi kabul edilir.
İslam inancına göre son peygamber olan Muhammed'den önce de birçok peygamber gelmiştir. Bu peygamberlerin bazılarının kendi dönemlerine uygun kanunlar ile gönderildiğine, İslam şeriatının da önceki şeriatların bir devamı ve tamamlayıcısı niteliğinde olduğuna, bu şeriatların hükümlerini kaldırdığına, son ilahi din olduğuna inanılması dolayısıyla da İslami hükümlerin kıyamete kadar değişmezliğine inanılır:
"Allah dini doğru tutmanız ve onda ayrılığa düşmemeniz hususunda Nuh'a tavsiye ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiyede bulunduğumuz dinle ilgili hususları size şerîat olarak koydu." (42:13).
Bununla beraber şeriat hükümleri baştan beri sabit ve değişmez hükümler olarak kalmamıştır. İslam'da nasih ve mensuh konusu baştan beri tartışılagelen bir konudur.[1] Muhammed'in ölümü sonrasında ise Halife Ömer'in Kur'anda açıkça sayılmasına rağmen zekatın sarf yerlerinden "İslam'a ısındırılması gerekenler" maddesini bugün buna ihtiyaç kalmamıştır gerekçesi ile yürürlükten kaldırması dine dayalı hükümlerin zaman ve şartlara bağlı değişkenliği konusuna getirilen tipik örneklerdendir.
İslam'da en önemli hukuk bilginlerinden olan; Cafer-i Sadık (ö 765), Ebû Hanîfe (ö. 767), Şâfiî (ö. 819), Mâlik b. Enes (ö.795) ve Ahmed b. Hanbel (ö. 855)'in temsil ettiği ekol ve görüşlerin sistemleştirilmesiyle şeriat ve fıkıh mezhepleri ortaya konmuştur. Şer'i deliller, ya da şeriatta hüküm kaynağı kabul edilebilecek kaynaklar başlangıçta sadece Kur'an ve Muhammed'in uygulamaları iken, sonraki dönemlerde köktenci eğilimler dışında gelişen İslam mezheplerinde fıkıhçılar bu kaynakları genişletilerek icma, kıyas, örf, istihsan, akıl (şiilikte) gibi insani, yerel ve dönemsel özellikleri olan yeni hüküm kaynakları tanımlamış ve bu kaynaklara dayalı hükümlerin de şeriatta geçerliliğini vurgulamışlardır.
Daha ileri dönemlerde ise akıl ile nasların hükümlerinin kaldırılabileceği tartışmalarının yapıldığı ve laiklik yönünde adımların atıldığı gelişmeler yaşanmıştır. Türklerin ağırlıklı mezhep önderleri olan Hanefi ve Maturidi anlayışı rivayet ve naslar karşısında aklı ve maslahatı öne alan özellikler taşımaktaydılar. İmam Maturidi, şeriata esas teşkil eden hüküm ayetlerinde, ayetin geçerlilik süresinin (neshi) belirlenmesinde veya geçici bir süreyle uygulamadan kaldırılmasında ve maslahatın belirlenmesinde ölçüt olarak aklı kabul etmiştir.[2] (bkz. İslam ve laiklik)
Günümüzde bazı ilahiyatçılar Kur'an'ın bir din kitabı olmasından hareketle ayetlerin dinin aslından olan iman, ibadet ve ahlak bakımından değerlendirilebileceğini, ahkam ile ilgili ayetlerin değişken töresel ve dönemsel özellikler taşıdığı gerekçesiyle aynen uygulanmasının şekilci ve literalist yaklaşımın bir sonucu olduğu görüşlerini ileri sürmekte ve geleneksel şeriat uygulamalarına karşı çıkmaktadırlar.[3] Kur'andaki ahkam ayetlerinin yaklaşık %80' döneminin Arabistan örf ve geleneklerini yansıttığı da bu çevrelerde ifade edilmektedir.
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Temel İslam bilimleri bölümünde yapılan bir araştırma tezinde bu hukuk sisteminin nitelikleri anlatılmaktadır: "Bizim üzerinde durduğumuz, Kur’an’ın da işaret ettiği İslam öncesi Arap folklorundaki mitolojik unsur ve menkıbeleri Kur’ân’ın yok saymadığıdır. Kur’ân’a baktığımızda O'nun emrettikleri ve anlattıkları da hiç yoktan olan şeyler değildir. Bunlar o toplumda bilinen ve icra edilen şeylerdir. Kur’ân’da emredilen ibadetlerin bir kısmı zaten Araplar'ın yaşamında kültürlerinde, örf ve adetlerinde, bir kısmı da Tevrat'ta bulunuyordu. Örneğin namaz, oruç, hac, zekat... gibi. Burada Kur’ân’daki hukuk sistemi Arapların geleneksel hukuk sistemiyle Tevrat'ın bir karışımıdır dersek abartmış olmayız. Araplarda kısas, diyet, hırsızın elinin kesilmesi cezaları olduğu gibi örtünme de köklü bir gelenek halinde idi. Yahudilikte de kısas bulunduğu gibi faiz de yasaklanmıştı. Bazı durumlarda zina eden kadın ve erkek taşlanarak öldürülürdü."[5] şeklindedir.
Şeriat kurallarının bir kısmının bazı inanç esaslarıyla birlikte Sümerler gibi ilk şehir devletlerinin o günün anlayışına uygun şekilde oluşturduğu, insanlar arasında hukuki açıdan hür-köle ve kadın-erkek ayrımı içeren seksist kurallar ve yasalardan etkilenerek oluşturulduğu söylenebilir. Kısas, hırsızın elinin kesilerek cezalandırılması gibi temel ceza yasalarının Hammurabi Kanunları'ndan veya bu kuralları benimseyen Arap topluluklarının uygulamalarından alınarak şeriata konulmuş yasalar olduğu iddiaları [6] üzerinde durulmaya değer konulardandır. Erkeğe iki kadının payının verilmesi [7] ve bir erkeğin şahitliğinin iki kadına eşit olması gibi yasaların da aynı anlayışın türevleri olması mümkündür. İslam'da ilahi bir kaynak olarak kutsanan ve birçok inanç ve uygulaması içselleştirilen Yahudi yasalarının Sümer inançları ve Hammurabi Yasaları'yla bağlantılı olduğu başka araştırmacıların da dikkatini çekmiştir.[8] Bazı batılı araştırmacılar Roma hukukunun hadisler yoluyla birçok açıdan İslam hukukunu etkilediği görüşlerini ileri sürmüşlerdir.[9]
Şeriat hükümlerinin referansları
Ana madde: Şer'i deliller
Şeriatın birincil kaynağı Allah’ın sözü olduğuna inanılan kaynağı Kur’an ve peygamberin sözleri Hadislerden oluşur. İkincil kaynak ise birincil kaynağı yorumlayan (ictihad) fıkıhçıların sözlerinden oluşur. İctihad yapan kişiler (müctehid, müftü) Kur’an ve sünneti belirli Fıkıh usulü denilen ilke ve kurallara göre yorumlayarak toplumun her türlü hukuki ve medeni meselelerini çözüme kavuşturmaya çalışırlar (Fetva).

İslam hukukçularının ortak kabul ettiği iki ana kaynak Kur’an ve Sünnettir. İcma da farklı yorumlanmakla beraber üçüncü ortak kaynak kabul edilir. Hanefi ve Şafiiler kıyası, Şii Caferi mezhebi ise aklı, dördüncü kaynak olarak kabul ederler. Hanbelîler üç esastan sonrasını kabul etmezler.
Hanefi hukuk ekolü dört delile dayanır. Şer'i deliller olarak da anılan bu kaynaklar şunlardır:
Kur'an: Şeriatın ana kaynağıdır.
Sünnet (Hadisler yoluyla)
İcmâ (İslam bilginlerinin görüş birliği içinde bulundukları konular)
Kıyas (Birbirine benzeyen meselelerin, hükümlerinde de benzerlik bulunması gerektiği düşüncesinden hareketle oluşturulan yeni hükümler; örneğin içki yasağından hareketle uyuşturucu kullanımının da dinen yasak ve haram olduğuna hükmedilmesi vb.)
Fakat azınlıktaki bazı İslam hukuku bilginleri bu dört temel delilden icmâ ve kıyası kabul etmemişlerdir; Zahiri mezhebi gibi. Bir hükmün İslami nitelik taşıması bu kaynaklardan en az birisine dayandırılmasına bağlıdır.
Müctehidler şeriat hükümlerini ortaya koymada kitap, sünnet, icmâ ve kıyastan başka fer'î deliller adı verilen maslahat (toplum yararı), örf ve adet, İslam'dan önceki şeriatlar (Şer'ü men kablena), Sahabe görüşleri (Sahabi kavli) gibi deliller de kullanmışlardır.
Bölgesel ve toplumsal anlayışların etkisi: Örf ve adetlerin delil kabul edilmesi yanında Özel durumlar dışında Haram ve helal yiyeceklerin belirlenmesinde, Şafiî ve İbn Kudame gibi bazı fakihler haram ve helalliğin kriterini "Arabın tabiatına uygunluk ve aykırılık" şeklinde belirlemişlerdir.[10]
Fıkıh
Ana maddeler: Fıkıh, Fıkıh usulü ve İslam dini fıkıh mezhepleri
Şeriatın Kur'an ve sünnet olarak başlıca iki kaynağı bulunur. Ancak bu kaynaklarda yer alan anlatım ve ifadelerin yasalar şekline dönüştürülmesi işlemini kaynakların yorumu ve ictihatlarla fıkıhçılar gerçekleştirmiştir. Bu anlayış ve yorumlar fıkıh ve kanun mezhepleri şeklinde gelişmiştir. Fıkıh âlimleri, şeriatı üç ana bölümde incelemiştir:
Fariza (dini yükümlülük) veya ibadetler
Muamelat (muameleler)
Ukubat (ceza hukuku)
Dini yükümlülükler de kendi içerisinde farz, vacip, müstehap gibi derecelere ayrılır. Ayrıca haram veya mekruh şeklinde kaçınılması gereken negatif yükümlülükler bulunmakta ve bunlara uymamanın cezai-sosyal yaptırımları bulunmaktadır.
İnsan davranışlarının sınıflandırılması
İbadetler (Abd; köle ve kul, kulluk, kölelik): Allah'ın hoşnut ve razı olduğu her çeşit eyleme denir. İslami terminolojide ise, ayet ve hadislerde özel şekil ve şartları belirlenen ritüellerdir. Namaz, oruç, hac, zekât ve kurban İslam'daki zorunlu ibadetlere örnek olarak verilebilir.
Fıkıhta insan davranışları değişik kategorilere ayrılır (Ef'âl-i mükellefîn): Farz (Mutlak zorunluluk ifade eden eylemler ve ibadetler), Vacip (Gerekli, bir alt derece zorunluluk), sünnet, müstehap (sevilen işler), helal, mekruh (çirkin karşılanan; çok çirkin, tahrimen mekruh, az çirkin, tenzihen mekruh) haram (kesinlikle yasak) gibi.
Bu eylemlerin şeriat anlayışında maddi ya da manevi karşılıkları bulunur. Farz, vacip ve sünnet olarak nitelendirilen eylemlerin terki, mekruh ve haram olarak nitelendirilenlerin yapılması cezai (had veya tazir cezaları olarak) karşılık görür. Örneğin, Namaz kılmayanların dövülmesi, hapsedilmesi ve kılmamakta ısrar edenlerin öldürülmesi bu kapsamda ele alınabilir.
Hijyen ve arınma: Abdest ve gusül
Ekonomi kanunları: Zekat, vakıflar, faiz ve miras kanunları
Yeme içme ile ilgili: Oruç, kurban, içki
Ritüeller: Namaz, hac, tavaf, cenaze ve bayram namazları
Evlenme ile ilgili: Nikah, ayrılık, hulle,
Cezai yaptırımlar: Had, tazir, kısas, cizye, irtidat
Askeri: Cihat (saldırı veya savunma amaçlı), sulh ve savaş esirleri
Giyim: Tesettür
Diğer: Ticaret ve davranışlar, köleler ve İslam olmayanlar

Yasalar ve uygulamalar
Ana madde: İslam miras hukuku
Muameleler
İnsanlar arasındaki medenî, ticarî, ekonomik ve sosyal ilişkiler, insanların devletle ve devletlerin de birbirleriyle münasebetleri bu bölümde yer alır. Şeriat hukukunda fıkıhçılar tarafından evlenme (nikâh), boşanma, nafaka, velâyet, vekâlet, vesayet, feraiz (miras), alış-veriş gibi toplum hayatına ait medenî işlemlere ve hatta devletler hukukuna ait hükümler ortaya konulmuştur.
Miras, Avliyye ve Reddiyye konusu: Miras paylaşımı Nisa suresi 11-12 ve 179. ayetlerinde konu edilmiştir. Buna göre erkeklere mirastan kadınlara göre 2 kat hisse verilir. Mirasçıların paylar toplamının paydalar toplamından yüksek olması konusunda avliyye ve tam tersi durumlarda reddiyye yöntemleri kullanılır.
Cizye: Gayrimüslimlerden alınan vergidir.
Kıbrıs NEU ilahiyat fakültesinde yapılan bir çalışmada cahiliye dönemine ait vergilerle ilgili veriler ve bunların Kur’ân’daki malî yükümlülüklerle ilişkisi araştırılmış, Kur’ân’ın söz konusu vergilerinin İslam öncesi Güney, Kuzey ve Hicaz Araplarında hatta daha eski toplumlarda yer alan düzenlemelerin aynısı olduğu sonucuna varılmıştır.[14]
İslam fıkıhçıları ibadetler, cezalar, muamelat gibi hususlarda hermafroditlerle ilgili hükümler de ihdas etmişlerdir.[15]
Şahitlik kuralları
Hukukun tesis edilmesinde en önemli belirleyicilerden birisi olan, kimlerin şahitliğinin kabul edileceği, kimlerin şahitliğinin kabul edilmeyeceği konusu, şeriat hukukunda en önemli konu başlıklarından birisidir:
Had cezaları gerektiren suçların ispat edilmesinde, vasiyet ve boşanma davalarında kadınların şahitlikleri geçersizdir. Diğer konularda en az bir tane erkek bulunması koşuluyla 1 erkek + 2 kadın şeklinde kadınların şahitliği kabul edilmiştir.
"Ey iman sahipleri! Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğinizde onu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borç altına giren kişi de onu kayda geçirtsin ve Rabb'inden korksun da borcundan hiçbir şey eksiltmesin. Borç altına giren, aklı ermez yahut zayıf, çaresiz biri ise yahut yazdırmaya gücü yetmiyorsa, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu, kadınlardan biri şaşırırsa / unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir..." (Bakara suresi, 282)
Büyük günah işleyen ve dinde fasık olarak tanımlanan kişilerin eylemlerine karşılık gelen had ve tazir cezalarının yanında şahitlikleri de geçersizdir.
Evlenme ve boşanmalar
Ana madde: İslam'da boşanma
Genel anlayışta Nisa suresi 3. ayete dayandırılan nikah hükümlerine göre bir erkek gücü yetiyorsa aynı anda esir ve cariyelerden sınırsız olarak, ayrıca hür olanlardan en fazla 4 kadınla evlenebilir.
"Yetimler konusunda adaleti koruyamayacağınızdan korkarsanız, sizin için temiz kılınan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın. Eğer bu durumda adaleti gözetemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman bir tane ile veya elinizin altındaki sahip olduklarınızla (cariyelerinizle) yetinin. İşte bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur." (Nisa suresi, 3)
Şeriata göre gerekçesiz mutlak boşanma yetkisi erkeğe verilmiştir. Kadın erkeği; ancak hakimi ikna edecek geçerli sebepleri sunması durumunda hakim kararıyla boşayabilir. Ayrıca boşanma yetkisi evlilik sırasında veya sonrasında eşi tarafından kadına verilirse kadın da gerekçesiz olarak eşini boşayabilir.[18]
Ceza hukuku
Şeriat hukukunun kullanımda olduğu bir İslam ülkesinde, İslam’ın emir ve yasaklarına uymayan ve/veya suç işleyen kimselere karşı verilecek bedensel, maddi (mali) veya caydırıcı bazı cezai hükümleri kapsar.
Cezalar başlıca 3 kısımda incelenir:
1. Kısas: Cana can, göze göz, dişe diş, hüre hür, köleye köle, kadına kadın gibi doğrudan suçu işleyenin işlediği suçun aynısı bir karşı eylem ile cezalandırılması anlamına gelmektedir.[19]
Kısas uygulaması “Hüre hür, dişiye dişi, köleye köle kısas edilir.” (Bakara, 2/178) ayetine göre yapılır. Ancak ayette geçen "dişiye dişi" ifadesinin neshedilmesi ve ayette geçmediği halde müslüman birisinin müslüman olmayan bir kişiyi öldürdüğünde kısas uygulanıp uygulanmayacağı konuları tartışmalıdır.[20][21]
Şeriat yasalarına göre köle bir insan hür bir insanı öldürdüğünde kısas yapılır, ancak hür bir insan bir köleyi öldürdüğünde kısas yapılamaz.[22]
2. Hudud Yasası (Had cezaları): Zina, hırsızlık, içki içmek, eşcinsellik, kazf, yol kesme ve irtidat cezaları.
Zina: Kur’an’a göre 100 sopadır. Zina yapan cariye ise o zaman da bu cezanın yarısı kadar ceza alır.[23] Ancak hadislere göre bekarlara 100 sopa evlilere ise recm cezası verilir.[24][25]
Eşcinsellik: Şeriat hukukunda eşcinselliğin ölünceye kadar hapis, 100 sopa veya recm şeklinde mezheplere göre farklılıklar gösteren tazir cezaları bulunmaktadır.[15][25](İlgili madde: İslam'da eşcinsellik)
Hırsızlık: Hırsızlık eyleminde sağ elden başlayarak, ellerinden bir tanesinin kesilmesi şeklindedir.[24][25]
İçki içmek: Kur’an’da cezası belirtilmeyen bir suç[26] olan içki içmenin cezası icma yoluyla 80 sopa olarak tayin edilmiştir.
Kazf: İffetli kadına yapılan zina isnadı, 80 sopa ile cezalandırılır ve şahitliği kabul edilmez. (İlgili madde: İfk Olayı)
Yol kesme: Eylemlerinin çeşidine ve ağırlığına göre sağ el ve sol ayaklarının çapraz olarak kesilmesi, hapsedilme veya sürgün cezaları verilir.
İrtidat: Dinden çıkma, dini terminolojide "küfre girer" şeklinde ifade edilen eylemlerin yapılmasıdır. Fıkıhta farz veya sünnet olarak tanımlanan dini emirleri reddeden, hafife alan, alay veya saygısızlık eden, veya "elfaz-ı küfür" denilen sözleri konuşan kişilere uygulanır. Cezası ölümdür.
3. Tazir cezaları: Fıkıh terminolojisinde fasıklık olarak nitelendirilen, küçük günahların sürekli işlenmesi veya daha büyük cezayı gerektirmeyen büyük günahlar tazir cezalarının konusudur.
Kısas ve had cezaları Kur’an ayetleriyle karşılığı belirlenen suçlardır. Diğer suçlar ise ceza miktar, yöntem ve uygulaması hakimin takdirine bırakılan, tazir (toplum içinde azarlamadan sopa atmaya, sürgün, hapis ve idama kadar değişen) cezalarıdır. Tazir cezalarının namazın terki ve irtidat örneklerinde görülebileceği gibi hafif olması diye bir kural yoktur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İnançlılar İçin Düşündürücü Sorular - 2

Süryani Alfabesi