Osmanlı İmparatorluğu'nda Kölelik
Instagram : Akıldaki Sorular
Osmanlı'da kölelik kurumunun mevcudiyetiyle
birlikte, Müslüman Türklerde Batı toplumlarına benzer, sınıf ayrımına dayalı
bir kölelik sisteminden söz etmek mümkün değildir.
Osmanlı'da kölelik vardı, fakat köle Osmanlı
topraklarından alınamazdı. Kölelik devamlılık arz eden bir nitelik taşımıyordu.
Âzad edilip hürriyetine kavuşarak devlet kademelerinde görev alabilirdi. En
önemlisi; köylüler hür olup, Avrupa’da feodalizm çağlarında hüküm süren sisteme
benzer bir serflik (toprağa bağlı kölelik) düzeni kendisine Osmanlı
topraklarında yer bulamamıştır. Bu durum temel olarak İslam’ın ve diğer
inançların kölelik ve köleleri azat etme konularına farklı şekilde
yaklaşmalarından kaynaklanmaktadır
Osmanlı’da devşirme sistemi
Osmanlı'nın kurucusu Osman Bey dönemine
baktığımızda, gerek saray hizmetlerinde gerekse orduda köle kullanımının pek de
yaygın olmadığı görülmektedir. Kölelerin saraya hizmetli olarak istihdam
edilmeleri ve özellikle cariyelerin sarayın devamlı üyeleri haline gelmelerinin
başlangıç noktası olarak Orhan Bey dönemi kabul edilebilir.
Osmanlı İmparatorluğu kölelik sistemini
Ortadoğu İslam devletlerinden alarak, zaman içerisinde kendi toplum ve devlet
hayatına adapte ve entegre etmiştir. Köleler başta saray olmak üzere, devlet ve
ordu hizmetinde yoğun olarak kullanılmıştır. Osmanlı sarayında haremin ayrı bir
kurum olarak ortaya çıkması II. Mehmed (Fatih) dönemine rastlar. Harem,
cariyelik sisteminin kurulup gelişmesinde ve rağbet görmesinde en büyük etken
olmuştur. Cariyelik kurumuyla birlikte Osmanlı padişahları Türk kızlarıyla
evlenme geleneğini terk ederek daha ziyade cariyelerle evlenme yoluna
gitmişlerdir. Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan ile evlenmesiyle başlayan
cariyelerle evlenme geleneği, II. Osman (Genç) tarafından kaldırılmaya
çalışılmışsa da, trajik sonu Genç Osman’ın bu geleneği kaldırmasını engellemiş
ve halefleri cariyelerle evlenmeye devam etmişlerdir.
İlk adımlarını saray içerisinde atmış olan
kölelik sistemi, orduda da işletiliyordu. Selçuklu Devleti döneminde görülen
gulam sistemi, 1362’de kabul edilen Pençik Kanunu neticesinde Osmanlı
İmparatorluğu'nda Acemi Oğlanlar adı altında vücut bulmuştur. Pençik sistemini
I. Murat başlatmıştır. Fetihlerde ele geçirilen esirlerin bir bölümü acemi
teşkilatına alınıp ordu için yetiştirilirken, diğer bir bölüm de devlet
hizmetinde görev almaları amacıyla eğitilmek üzere saraya gönderiliyorlardı.
Saraya ayrılanlar; Edirne Sarayı, Galata Sarayı ve At Meydanı’ndaki İbrahim
Paşa Sarayı’nda eğitiliyorlardı. Bosnalı Müslümanlar ise doğrudan saray
hizmetine alınıyorlardı.
Devlet hizmetinde kullanılan kölelerin yanı
sıra; konak, köşk ve çevrelerinde de kölelik görülmekteydi. Halkın daha alt
tabakalarına inildiğinde ise köleliğin pek de rağbet görmediğine şahit
olmaktayız. Genel İslâm ahlâkına uygun olarak, efendilerin kölelerine iyi
muamele etmeleri gerekmekteydi. Köşk – konak çevrelerinde, kadın köle olan
cariyeler odalık olarak alınırken, erkek köleler daha ziyade fizikî güç
gerektiren ayak işlerinde çalıştırılırlardı.
İslâm dışı olan toplumların aksine, Osmanlı
İmparatorluğu'na İslâmiyet’ten geçen Âzadlık kurumu sayesinde köleler
özgürlüklerine kavuşabiliyorlardı. Burada üç ana yöntem bulunmaktadır.
Birincisi, efendisi köleye “ben öldükten sonra hürsün” derse; ikincisi,
efendisi köleye daha sağlığındayken “bundan sonra hürsün” derse; üçüncü ve son
olarak da kölenin efendisiyle anlaşması neticesinde bir bedel ödemesi sonucunda
hürriyetine kavuşabiliyordu. Bunların dışında efendisi cariyesiyle evlenerek
veya onu başka hür birisiyle evlendirerek hürriyetine kavuşmasını
sağlayabiliyordu.
Yine İslâm dışı toplumlarda görülen kölelik
sistemine göre en temel farklardan birisi de köleliğin süreklilik arz
etmemesidir. Osmanlı İmparatorluğu'nda da köleliğin belli bir süresi vardı.
Belirlenen süreler sonunda köleler hür hale geliyorlardı. Sarayda ve toplumsal
hayatta beyaz köleler dokuz, siyah köleler ise yedi yıllık çalışmalarının
sonucunda azatlık kâğıdı almaya hak kazanıyorlardı. Siyah kölelere gösterilen
bu iltimas gerçekten de kayda değerdir.
Köle kaynağı
Savaş Esirleri
Osmanlı İmparatorluğu'nda kölenin kaynağı,
ticaret yoluyla elde edilen köleler ile büyük ölçüde savaş esirleriydi. Savaş
esirlerini köle haline getirme ilk olarak Orhan Bey döneminde başlamıştı.
Özellikle Orhan Bey döneminin sonlarına doğru bu yöndeki gelişme daha
belirgindir. Onun öncesinde Osman Bey döneminde ise savaş esirleri öldürülür,
fidye karşılığı serbest bırakılır veya hür insanlara verilen ücretin yarısına tarlalarda
çalıştırılırlardı. Esirler; kadın - erkek, güzel - çirkin, yaşlı - genç vb.
kriterlere göre sınıflandırılıp değer biçildikten sonra diğer ganimetlerle
birlikte beş hisseye ayrılır ve devlet payı olarak beşte biri alındıktan sonra
geriye kalan beşte dördü savaşa iştirak edenlerin arasında pay edilirdi. Ancak
Osmanlı İmparatorluğu'nda, devlete ait kölelerin kaynağı bu beşte birlik kesime
dayanmıyordu. Sık sık köle ihtiyacı ortaya çıkıyor ve devlet böyle durumlarda
özel şahıslardan ihtiyacı nispetinde köle satın alır ya da kiralardı.
Akıncıların savaş esnasında yaptıkları harekâtlar, esir elde etmenin bir başka
yoluydu. Güz aylarında devletin gösterdiği hedeflere yapılan akınlar
neticesinde elde edilen esirler, satılmak üzere esir pazarlarına gönderilirdi.
Bazı yeniçeriler bu işi bir geçim aracı haline getirmişlerdi. Kalelerde görevli
olan yeniçeriler, bey ve hanlıklarla anlaşarak esir toplarlardı. Bu durum, 1699
Karlofça ve 1700 İstanbul anlaşmalarıyla yasaklanmıştır.
Köle ticareti
Osmanlı İmparatorluğu'ndaki bir diğer köle
kaynağı, köle ticaretiydi. Ticaret yoluyla gerçekleşen kölelik sistemi de kendi
içinde üç farklı noktaya dayanmaktadır: Kaçırma, hediye etme ve bizzat
ailelerin satışıyla köleleştirme.
Kişilerin kaçırma yoluyla kölelik sistemine sokulması
hukuken yasak olmasına rağmen, insanlar çeşitli yollarla kaçırılarak esir
pazarlarına satılırlardı. Ölüm cezası dahi bu durumun önüne geçememiş, kaçırma
yöntemi uzun dönemler boyunca devam etmiştir. Kölelik sistemini kaçırılma
yöntemi dâhilinde besleyen başlıca üç bölge bulunuyordu:
1. Orta
ve Doğu Avrupa (Macaristan, Eflak, Boğdan, Rusya, Polonya ve Ukrayna)
2. Kafkasya
3. Afrika
Kaçırılma yönteminde deniz korsanların da büyük
payı bulunuyordu. Bu konuda çok çeşitli, ilginç örneklerle karşılaşılmaktadır.
Doğu Anadolu Bölgesi'nde bazı köylere baskınlar düzenleyen insanlar, aldıkları
bu esirleri daha sonra Yezidî diyerek satmaktaydılar.
Öte taraftan, hediye etme yoluyla kölelik pek
sık görülmemekteydi. Güçsüz devletlerin himaye edilme amacıyla bağlandıkları
Osmanlı İmparatorluğu'na; padişah ve devletin ileri gelenlerine hediye amacıyla
gönderdikleri köle ve cariyeler, bu tür kölelik sisteminin kaynağını
oluşturmaktadır. Ayrıca komutanlar, savaş esnasında ele geçen esirler arasında
bulunan güzel kız ve oğlanları satmaz, fidyeyle serbest bırakmaz; genellikle
padişah veya vezirlere hediye olarak sunarlardı. Osmanlı İmparatorluğu'nun de,
elçiler aracılığıyla İslam ülkelerine köle ve cariye gönderdiği görülmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu'nda kölenin görüldüğü alanlar
Osmanlı döneminde devlete ve özel şahıslara
ayrı olarak iki tür köle olarak ayrılır.
Ortakçı kullar
Ortakçı kullar, devlete ait hassa
çiftliklerinde çalışırlardı. Bunlar genellikle sultanların ve yönetici sınıf
üyelerinin mülk ve vakıflarında çalıştırdıkları savaş esirleri ya da satın
aldıkları kölelerdi. Ortakçı kullar ilk kez Orhan Bey döneminde görülmüşlerdir.
Bu dönemden itibaren, tarım toprakları ve köylere yerleştirilen ortakçılar
servaj usulüyle çalışmışlardır. II. Mehmet (Fatih) döneminde sarayın meyve,
sebze ve tahıl ihtiyacını karşılamak üzere Sırbistan ve Mora seferinden
getirilen otuz beş bin köle, İstanbul civarında bulunan otuz beş farklı köye
yerleştirilmiştir. Ortakçı; beylikten, vakıf idaresi veya toprak sahibi özel
şahıstan aldığı tohumu eker, biçer ve üründen öşür ve tohum bedeli
çıkarıldıktan sonra arta kalan miktarı vakıf idaresi veya toprak sahibi ile
paylaşırdı. Ortakçılara kalacak yer verilir, tarlada kullanacağı araç gereç
temin edilirdi. Çiftliklerde yaşayan ortakçılar kendi aralarında evlenebilir,
çocuk sahibi olabilirlerdi.
Ortakçı kullarla hukuki yönden farkı olmayan ve
ortakçı kesim olarak adlandırılan ayrı bir grup daha vardı. Ortakçı kullar
mahsulden öşür ve tohum bedeli çıktıktan sonraki bölümü hizmet ettiği vakıf
veya kişiyle paylaşırken, kul kesimciler ne ekerlerse eksinler belli bir miktar
ürün vermek zorundaydılar. Ayrıca, özel şahsa ait kesimciler de bulunmaktaydı.
Osmanlı İmparatorluğu'nda, devlete ait küçük ve
büyük baş hayvanların korunması, bakımı ve otlatılmasıyla ilgilenen köleler de
bulunuyordu. Bunlara genel olarak sığırcı kullar veya koyun kâfirleri
denmekteydi.
Kapı Kulları
Osmanlı İmparatorluğu, kurulduğu ilk yıllardan
itibaren artan fütuhat hareketleri sebebiyle zaman içerisinde daha fazla sayıda
askere sahip ve düzenli bir ordu yapısına ihtiyaç duymaya başlamıştır. Osman ve
Orhan Bey dönemlerinin ardından, mevcut ordu yapısının gittikçe artan
ihtiyaçları karşılayamadığı, I.Murad döneminde kendisini iyice hissettirmeye
başlamıştır. Bu ihtiyaçtan dolayı, savaş esirlerinin arasından askerlik yapmaya
elverişli olan Hristiyan çocuklar belirlenip, bunların beşte biri alınarak bir
Türk - İslâm terbiyesinden geçirilerek yeni bir askerî sınıf meydana
getirilmiştir. Ve bu teşkilatlanma Kapıkulu Ocakları’nın temelini
oluşturmuştur. Kapıkulu Ocakları ve bunun içerisinde başat bir kuvvet durumunda
olan Yeniçeri Teşkilatı, Osmanlı ordusunun en önemli vurucu güçlerinden biri
haline gelmiştir.
Osmanlı sisteminde Kapıkulu; padişaha bağlı
olan, daimi ve maaşlı, yaya ve atlı ordudur. Kapıkulu askerlerinin temelini
Yeniçeriler oluşturur. Avrupa'nın ilk daimi ordusu olarak kabul edilebilen
Yeniçeriler, Osmanlı İmparatorluğu'na savaş alanında büyük bir üstünlük
sağlıyordu. Yeniçerilerin Osmanlı İmparatorluğu'nun genişlemesinde büyük
katkıları olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'na 464 yıl gibi uzun bir süre hizmet
eden Yeniçeri Ocağı zaman içerisinde ilk dönemlerindeki etki ve verimini
kaybetmiş ve II. Mahmud döneminde, 1826 yılında Vaka-i Hayriye olarak
adlandırılan operasyonla kapatılmıştır.
Yeniçeri Teşkilatı’na asker temin edilmesinde
başlıca iki kaynak bulunmaktadır:
Pençik Sistemi ve Acemi Ocakları
Karamanlı Rüstem’in teklifiyle I. Murad
döneminde çıkarılmış olan pençik kanununa göre, savaş esirlerinin beşte biri
asker ihtiyacını karşılamak üzere devlet hesabına alınıyorlardı. Yeniçeri
ocağının temel asker ihtiyacı, Ankara Savaşı’na (1402) kadar pençik oğlanları
vasıtasıyla karşılanmıştır. Tatarlar bu sisteme son vermiştir
Devşirme Usulü ve Acemi Oğlanları
II. Murad zamanında kanunlaştırılan bu sistem,
Osmanlı tebaası durumundaki bazı Hristiyan çocuklarının toplanması esasına
dayanmaktaydı. Devşirme kanununa göre, devşirilen çocuklar önce Müslüman olur
ve adları Türkçe olarak değiştirilirdi. Kabiliyetli ve belli bir seviyenin
üzerinde olanlar saray için seçilirken, diğerleri genel Türk örf ve adetlerini
öğrenmeleri amacıyla Türk köylerine dağıtılırlardı. Bu çocuklar; Türk ailelerin
yanında hizmet ederler, İslamiyet’i ve Türkçeyi öğrenirler, daha sonra da acemi
oğlanı yazılırlardı. Devşirme sistemi, kanuna uygun yapıldığı müddetçe son
derece başarılı sonuçlar vermiştir. Daha sonraları bu sisteme bir takım
usulsüzlükler karışmış ve devşirme sistemi bozulmuştur. Bu durum, Yeniçeri
Ocağı’nın da bozulmasını beraberinde getirmiştir.
Osmanlı Devleti’nde Harem Teşkilatı
Sarayda padişahın ailesinin ve evinin bulunduğu
yer ve girilmesi yasak anlamına gelen “harem” olarak adlandırılmaktadır.
Harem’de; padişahın annesi valide sultan, padişahın eşleri, hasekiler,
şehzadeler, padişah kızları, ustalar, kalfalar ve cariyeler bulunurdu. Harem’in
efendisi padişah iken; valide sultan ise Harem’in reisi olarak kabul görmüştür.
Osmanlı sarayında cariyeler, Orhan Bey
döneminden itibaren görülmeye başlanmıştır. II. Mehmed döneminden itibaren ise
saraydaki cariyelerin sayısı hızla artmıştır. Haremde iki tür cariye
bulunmaktaydı. Hizmetçi konumundaki cariyeler ve padişahın eşi durumundaki
cariyeler.
Hizmetçi Cariyeler
Hizmetçi konumundaki cariyeler sarayda para
karşılığı çalışırlardı. Bunlar başkasıyla evli olabilirlerdi. Evli olmayan
cariyelerin ise başkasıyla evlenmesi mümkün olmadığından bunlar padişahın veya
şehzadelerin haremine girebilirdi. Başkasıyla evli olan cariyelerin ise
saraydan herhangi bir kişiyle cinsî münasebeti olamazdı. Acemiler, cariyeler,
kalfalar ve ustalar olarak adlandırılan dört cariye grubu incelendiğinde,
Harem’deki cariyelerin yaklaşık %90’ının bugünkü kadın hizmetçi konumunda
oldukları ve aldıkları belli bir ücret karşılığında haremde hizmet etmekte
oldukları görülmektedir.
Eş Konumundaki Cariyeler
Eş konumundaki cariyeler ise; padişahın nikâh
yaparak ya da nikâh yapmadan karı - koca hayatı yaşadığı cariyelerdir. Nikâh
yapılmayan bu tür cariyelerin sayısı çok azdır. Osmanlı tarihinde padişah
tarafından nikâhlanan ilk cariye Hürrem Sultan'dır. Eş konumundaki cariyeler de
bu şekilde kendi içinde ikiye ayrılırlar. [2]
Nikâhlı Cariyeler
Âzad edilerek nikâhlanmış cariyelerdir. Bunlara
haseki sultan veya kadın efendi denirdi. Haseki sultan unvanı ancak padişahtan
çocuk doğuran cariyelere verilirdi. Sayıları toplamda yediye kadar çıkardı.
Harem içindeki konumlarına göre baş kadın, ikinci kadın şeklinde sıralanırlardı.
Nikâhsız Cariyeler
Padişahın nikâh kıymaksızın birlikte yaşadığı
cariyelerdir. Bunlar; gözde, ikbal ve peyk olarak adlandırılırlardı. Kadın
efendi olabilecek ilk dört cariyeye gözde, ikbal adayı olabileceklere de peyk
denirdi. Padişahların en fazla dörder adet ikbal, gözde ve peykleri
bulunabilirdi. Bunun dışında sahip olabileceği cariye sayısı sınırsızdı.
II. Mehmed’ten itibaren Osmanlı padişahları
genelde âzadlı cariyelerle evlenmeyi tercih etmişlerdir. Buna sebep olarak
Saray ile akrabalık bağları bulunan ailelerin ortaya çıkmasını engelleme isteği
gösterilmektedir. Bunun yanı sıra, o dönemde dünya sahnesinde küresel bir aktör
olarak yer alan Osmanlı İmparatorluğu'nun idarecilerinin çok çeşitli
milletlerden eşlerinin olması son derece tabii karşılanmalıdır.
Şahıslara Ait Köleler
Şahıslara ait köleler ikiye ayrılmaktadır.
Bunlardan birincisi, gerçek şahıslara ait kölelerdir. Bunlar genellikle özel
şahısların çobanlığını yapar; ev, tarla, bahçe işleriyle uğraşırlardı. Kadın
köle durumundaki cariyeler ise; köşklerde, konaklarda ve zengin ailelerin
evlerinde hizmetçi olarak görev yapıyorlar, temizlik ve yemek gibi ev işlerini
yürütüyorlardı. Alt kesime inildikçe, kölelik sisteminin pek olmadığı
görülmektedir. Zaten konak vb. yerlerde köle kullanılması genelde bir gösteriş
vesilesi durumundaydı. Zaman zaman zengin kesimin nüfuz göstergesi, yanında
bulundurduğu köle sayısı olmaktaydı.
Şahsî kölelerin ikinci grubu ise; vakıf ve yarı
resmî kurumlarda, yine buraların hizmetini gören ve bu kurumlara ait olan kölelerden
oluşmaktaydı.
Osmanlı İmparatorluğu'nda köle ticareti
Esirciler olarak adlandırılan ve Osmanlı
topraklarında köle ve cariye ticareti yapan kişiler özellikle I.Murad
döneminden itibaren görülmeye başlanmıştır. Savaşların akabinde devletin beşte
birlik payının dağıtılmasının ardından kalan esirler, savaş meydanlarında
tacirlere satılıyorlardı. Burada satılamayanlar ise merkez şehirlerde
esircilere ya da satın alma gücüne sahip olan kişilere satılıyorlardı. Kaçırma
yoluyla köle yapılanlar da yine merkez şehirlerdeki esir tacirlerinde
toplanırlardı. Esir alıp - satmak serbest olduğundan, esircilik bir meslek
haline gelmiş ve bu meslek grubunun başına “Esirciler Kethüdası” getirilmişti.
Esircilik kârlı bir işti ve bu işi yapanlar zengin tüccar grubundan
sayılıyorlardı. Her isteyen esirci olamıyordu. Esirci esnafının iyi tanınması
gerekiyordu. Kanuna aykırı hareket eden veya kölelere kötü muamelede bulunanlar
bu meslekten atılıyordu. Meslekten atılmanın hafif bir ceza kabul edildiği
durumlarda, suçluların esir pazarının kapısına asıldıkları da görülüyordu.
Özellikle kadın esircilerin hareketleri çok sıkı kontrol ediliyor, kanuna
aykırılıklar önlenmeye çalışılıyordu. Alınan tüm tedbirlere rağmen köle
ticaretindeki suiistimaller engellenememiştir.
Diğer esnaf grupları gibi esirciler de bir
loncada toplanmıştı; kethüdaları, yiğitbaşıları vardı. Ünlü bestekâr ve musiki
ustası Mustafa Itrî Efendi de, Esircilik Kethüdalığı yapmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nda; kölelerin alınıp
satıldığı yerlere esir pazarları deniyordu. İlk dönemlerde yerleşik olmayan
esir pazarları bulunuyordu. Panayırların bir bölümünde esir ticareti
yapılmaktaydı. İlk esir pazarı Bursa’da kurulmuştur. II. Mehmed dönemine kadar
dağınık ve düzensiz bir şekilde sürdürülen esir ticareti, İstanbul’un fethinden
sonra düzene girmiştir. Sınırlar genişledikçe; Edirne, Macar - Osmanlı sınırına
yakın şehirler, Midilli, Batı Afrika’da Dorfur şehri ve Mısır esir ticaretinin
merkezleri olarak ön plana çıkmıştır. İstanbul’da ise; ilk esir pazarının
bugünkü Haseki semtinde kurulduğu ve esir ticaretinin III. Murad döneminde eski
ve yeni bedestenler içerisinde merkezileştiği tahmin edilmektedir.
Bir ilke olarak, Osmanlı İmparatorluğu'nda
gayrı Müslimlere Müslüman köle satmak yasaktı. Ancak buna rağmen gayrı
Müslimlerin Müslüman köle aldıkları görülmekteydi. Gayrı Müslimlerin, Müslüman
olmayan köleleri alıp - satmaları ise serbestti.
Osmanlı tarihi hakkında
ortalama bir bilgi seviyesine sahip insanların, Osmanlı İmparatorluğu ile
ilgili yapacakları bir sohbette belki de üzerinde en az fikir beyan
edebilecekleri konuların başında gelmektedir kölelik. Özellikle 20. yüzyılın
sonlarına doğru gündeme iyice oturan “insan hakları” kavramı, bizlerin
Osmanlı’da kölelik kavramını iyiden iyiye unutmamıza veya unutmak istememize
sebep olmaktadır. Bir ihtimal; kölelik kavramı algılaması Batı şartları
çerçevesinde şekillenmiş olan insanımız, böylesine bir kurumun varlığını
Osmanlı’ya yakıştıramamaktadır. Oysaki söz konusu toplumsal kurum özel olarak
Batı, genel olarak da İslâm dışı uygulamalara göre çok farklı niteliklere
sahiptir. Batı’nın aksine Osmanlı’da köleler, birer hizmet ve üretim aracı
olarak görülmemiş; toplumun içine entegre edilmiş, insanî şartlarda yaşamaları
sağlanmış ve en önemlisi belli şartlar dâhilinde kölelik kurumunun tamamen
kalkması teşvik edilmiştir. Dünya üzerinde kölelik uygulamasının kaldırıldığı
ilk devlet olarak 1807 tarihiyle İngiltere olarak bilinmektedir. 1833'te
İngiltere, kendisine bağlı olan tüm sömürgelerinde de kölelik uygulamasının
ilga edildiğini ilan etmiştir. İngiltere’yi takip eden ilk devlet ise, 1839
yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı’nın açtığı yoldan Sultan Abdülmecid’in
liderliğinde ilerleyen Osmanlı İmparatorluğu olmuştur. 1847’de yayımlanan bir
fermanla kölelik Osmanlı topraklarından da tamamen uzaklaştırılmış oluyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder